Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı ve İKV Başkanı Prof. Dr. Kabaalioğlu’nun açıklaması: “AB ile müzakere sürecinin geleceği belirsizliğini korumaktadır” AB HABER AJANSI

Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı ve İKV Başkanı Prof. Dr. Kabaalioğlu’nun AB HABER de tayınlanan demeci: “AB ile müzakere sürecinin geleceği belirsizliğini korumaktadır”

İKV Başkanı Prof. Dr. Kabaalioğlu: “AB ile müzakere sürecinin geleceği belirsizliğini korumaktadır”

MÜZAKERE SÜRECİNİN ÖNÜ AÇILMADAN YÜZDE YÜZ UYUM BEKLENEMEZ

Basında yer alan bazı haberlere göre, AB Genel Sekreterliğiyle AB Komisyonu yetkilileri arasında yapılan görüşmelerde, Komisyon tarafından, rekabet faslının müzakerelere açılabilmesi için, Yatırım teşvik paketinin AB’ye tam uyumlu hale getirilmesi; envanterde yer alan tedbirlerin bütçe büyüklüklerinin belirlenmesi; devlet destekleri alanında ikincil düzenlemeler oluşturulana kadar AB kurallarının uygulanacağına dair güçlü bir taahhüdün verilmesi; demir çelik sektöründe AKÇT (Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu) Anlaşmasına aykırı devlet desteklerinin verilmeyeceğine dair yazılı bir taahhüt verilmesinin istendiği belirtilmekte ve eğer bu kriterler üzerinde bir anlaşma sağlanamazsa Türkiye’nin rekabet faslının müzakereye açılmasından vazgeçebileceği ifade edilmektedir.

Türkiye açış kriterlerinden en önemlisi olan ve eksik kalan, devlet yardımlarını dü zenleyen kanunu çıkarmış ve yardımları denetleyecek kurumu oluşturmuştur. Kanunun uygulanmasıyla ilgili ikincil düzenlemeler de peyderpey uygulamaya konacaktır. Kanunda devlet desteklerinin Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki anlaşmalara uygun olarak düzenlenmesi ve ilgili mercilere (AB Komisyonu) bildiriminin sağlanması öngörülmektedir. Dolayısıyla ancak AB mevzuatıyla uyumlu devlet yardımları uygulamaya konabilecektir. İkincil düzenlemeler yapılıncaya kadar, AB kurallarına uygun devlet yardımları verileceği hususunda taahhüt istenmesi herhalde bir aday ülkeyle müzakere sürecinde olması gereken güven esasına uygun düşmemektedir. Aynı husus demir-çelik sektörü için talep edilen taahhüt için de geçerlidir. Kaldı ki bu tür bir talep herhangi bir başka faslın açılması için de istenebileceğinden ileriye dönük taahhütler alınmadan hiçbir başlığın açılması mümkün olmayabilir.

Türkiye’de uygulanan yatırımları teşvik paketi, küresel ekonomik k rize karşı önlem olarak, geçici mahiyette iki yıl için 2009 yılınd a yürürlüğe konmuş ve 31 Aralık 2010′da süresi dolmuştur. İhtiyaç görülmesi halinde süresi uzatılabilecektir. Bu dönemde tüm dünyada olduğu gibi AB’de de üye ülkelerin ekonomik krize karşı, normal dönemlerdekinden daha geniş kapsamlı ve hacimli devlet yardımlarına izin verilmektedir. Ayrıca AB, Birlik çapında istihdamın ve rekabet gücünün arttırılması, belirli bazı büyük projelerin desteklenmesi için ayrıca pakt, fon vs adı altında büyük miktarlarda çeşitli yardımla da sağlamaktadır. Türkiye’de uygulanan teşvik paketi esasen AB normlarıyla da uyumlu olarak hazırlanmıştır. 2010 İlerleme Raporunda AB komisyonu tarafından teşvik paketinin bazı yönlerinin AB mevzuatına uygun olmadığını belirtmekte ancak bu uyumsuzlukların neler olduğu henüz ortaya konulmuş değildir. ABGS ile Komisyon yetkilileri arasında yapılan görüşmelerde sektörel veya bölgesel bazda belki bazı farklılıkların söz konusu olduğu gündeme gelmiş olabilir. Ancak bunlar rekabet faslının müzakere sürecinde ele alınabilecek hususlardır.

Esasen Türkiye üyelik yolundaki belirsizliklere ve AB tarafından ortaya konan çeşitliengellemelere (18 faslın bloke edilmesi) rağmen “Rekabet” gibi zorlu bir başlıkta da AB normlarınaçok büyük ölçüde uyum sağlamıştır ve haklı olarak bu faslın müzakereye açılmasını beklemektedir.Gerçekten rekabet başlığı, özellikle bunun alt başlıklarından birisi olan devlet yardımları konusudiğer aday ülkelerin müzakere süreçlerinde, üyelik öncesi son sıralarda uyum sağladıklarıalanlardan birisidir. Nitekim üyelik müzakereleri süren Hırvatistan’ın ilk başlığı 2006 yılındamüzakerelere açılmış, Rekabet başlığı ancak yakın zamanda Haziran 2010 tarihinde müzakerelereaçılmıştır. Müzakereleri henüz kapatılmayan 5 başlıktan birisi de Rekabet başlığıdır (Hırvatistantüm başlıkları müzakerelere açmıştır) ve halen İlerleme Raporlarında örneğin demir-çeliksektöründe devlet yardımlarıyla ilgili uyum eksiklikl erinin olduğu belirtilmektedir.

Kaldı ki, AB ile müzakere sür ecinin geleceği belirsizliğini korumaktadır. Rekabet başlığı ilebirlikte açılması mümkün olan ve engellenmeyen 3 başlık kalmıştır. Bu başlıklar müzakereye açılsadahi, 2006 Konsey kararlarına göre geçici olarak kapatılamayacaktır. Bunun da ötesinde AB’nin öndegelen ülkeleri olan Fransa ve Almanya Türkiye’nin üyeliğini desteklemediklerini açıkça beyanetmektedir. Üyelik perspektifinin açık ve net bir şekilde ortaya koyulamadığı böyle bir ortamdaTürkiye’den kapanması bugünkü şartlarda mümkün olmayan bir başlık ile ilgili olarak müzakereyebaşlamadan önce yüzde yüz uyum beklemek ve ikincil mevzuat ile ilgili taahhüt talep etmek AB kendiüzerine düşen sorumlulukları dikkate almazken oldukça yadırgatıcıdır.

Son olarak, 1996 yılından bu yana devam eden gümrük birliğinde yaşanan sorunlarla ilgili olarakdahi herhangi bir ortak karar sürecinin gündemde olmaması, Adalet Divanı tarafından da hukukaaykırı bulunan Türk vatandaşlara uygulanan vizenin Gümrük Birliğini ihlal eden bir tarife dışıengel olduğunu dikkate almayan AB’nin Türkiye’ye tavrı ve sürecin geleceği açısındandüşündürücüdür. İki taraf için de büyük önem taşıyan müzakere sürecinde üyelik perspektifininbelirgin bir şekilde ortaya koyulması iki tarafın da önlerini görebilmeleri ve geleceğe dönük planyapabilmeleri açısından büyük önem taşımaktadır.

01-02-2011 12:00 (TSİ)

Haber için tıklayınız.

- – -

Öğretim Görevlimiz Dr. hc. Murat Uğur Aksoy tarafından Para Dergisi’nde (6-12 Şubat 2011) kaleme alınan “Rekabet faslı neden açılamıyor?” başlıklı makale için tıklayınız.

- – -

İKV tarafından düzenlenen “Ekonomik ve Parasal Birlik, Kriz ve AB’nin geleceği” semineriyle ilgili Dünya gazetesindeki köşe yazısı

AB’de siyaset piyasaların gerisinde kaldı, Avrupa Merkez Bankası krizden güçlü çıktı

Didem ERYAR ÜNLÜ

İktisadi Kalkınma Vakfı (IKV) tarafından düzenlenen “Ekonomik ve Parasal Birlik, Kriz ve AB’nin Geleceği” başlıklı seminerde, Yunanistan, İrlanda ve Portekiz gibi ülkelerde yaşanan borç krizinin euroya etkileri ve euronun geleceği masaya yatırıldı.

IKV Başkanı, Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Haluk Kabaalioğlu, Avrupa ve Dış Politika İçin Helenik Vakfı (ELIAMEP) Başkanı, Yunanistan Başbakanı AB Eski Danışmanı Prof. Dr. Loukas Tsoukalis, Boğaziçi Üniversitesi İktisat Bölümü Öğretim Üyesi, Ekonomi ve Ekonometri Merkezi Direktörü Prof. Dr. Refik Erzan, Rotterdam Erasmus Üniversitesi AB Hukuku Kürsüsü Başkanı Prof. Dr. Fabian Amtenbrink, İstanbul Bilgi Üniversitesi İşletme Bölümü Uluslar arası Finans Programı Yöneticisi Prof. Dr. Oral Erdoğan’ın katıldığı ilk oturumda, euro krizinin temelde ülke borçları; AB’nin ekonomi yönetiminde yaşadığı sorunlar ve ülkeler arasındaki cari hesap dengesizliklerinden kaynaklandığı ifade edildi. Kriz sürecinde Avrupa Komisyonu’nun zayıfladığına, Avrupa Merkez bankasının güçlendiğine de dikkat çekildi.

IKV Başkanı Prof. Dr. Haluk Kabaalioğlu, euro bölgesinin krizden çıkabilmek için ülke önlemlerinin yanı sıra, AB genelinde bütün üye ülkeleri koordine ve kontrol eden bir politika ve stratejiye ihtiyaç duyulduğunu kaydetti. Kabaalioğlu, gerekli mevzuat düzenlemelerinin yanı sıra, uygulama ve üye ülkeler arasında sıkı işbirliği ve koordinasyonun önem taşıdığını ifade etti. 2010 yılının AB tarihine, Ortak Parasal Birliğin ve euronun en ciddi sınavını verdiği dönem olarak geçtiğini söyleyen Prof. Kabaalioğlu, 2011yılının ise hem ekonomik toparlanma hem de ileriye dönük strateji geliştirme ve uygulama yılı olacağını belirtti.Uzmanların euronun sorunları ve geleceğine yönelik başlıca görüşleri ise şöyle oldu:Prof. Dr. Loukas Tsoukalis: AB’de siyaset, piyasa gelişmelerinin gerisinde kalıyor.”Gerek ekonomik gerekse siyasi açıdan, para birliği entegrasyonun en önemli unsuru,fakat para birliğini oluştururken bazı dengesizlikler mevcuttu. On yıl süren balayı süreci ve iyi hava şartlarının ardından, 2010 yılında euro krizi başladı. Euro için ilk denebilecek bu kriz, üç temel unsurla anlatılabilir. Bunlardan birincisi devlet borçlarının artması. İkincisi euro bölgesindeki cari hesap dengesizlikleri; yani bazı ülkelerin cari açık verirken, diğerlerinin cari fazla vermesi. Üçüncüsü ise Londra ve Wall Street’te oluşturulan ‘Avrupalıların mevcut sorunla başa çıkabilecek istek ve yeteneğe sahip olmadığına yönelik’ algı.

Büyük bir bütçe açığı olan Yunanistan kendisini bir anda krizin ortasından buldu. Piyasalar Yunanistan’ın ilk kaza olduğunu ve bundan sonra yenilerinin geleceğini düşündüler. Yunanistan krizini aşmak AB açısından bir tür test niteliği kazandı. Bu süreçte, normal zamanlarda alınmayacak siyasi ve ekonomik kararlar alındı.Yunanistan’a 110 milyar euro destek sağlandı;bundan sonra yaşanacak krizlere karşı finansal destek sistemi oluşturuldu; IMF desteği geldi; finans piyasaların dengelenmesi için düzenleyici kurumlar oluşturuldu; vergi politikalarının belirleneceği ekonomi komisyonları oluşturuldu. Sonuç olarak Avrupa ekonomi yönetimi açısından çok önemli gelişmeler yaşandı.

Bankacılık sektörünün yeniden yapılanması gerekliEuro krizinin henüz bittiğini söyleyemeyiz.Avrupa’da siyaset, piyasa gelişmelerinin gerisinde kalıyor. Euro krizi de aynı zamanda yapısal bir kriz. Sadece ülke borçlarından değil, cari hesaplar arasındaki dengesizliklerden de kaynaklanıyor. Kuzey ve güney ülkeleri arasındaki ekonomik farklılıklar çok büyük bir sorun oluşturuyor. Bu noktada önemli olan krizin faturasının bütçe açığı ve bütçe fazlası olan ülkeler arasında nasıl dağıtılacağı. AB’nin güney ülkeleri bütçe açığını kapatmak için önlemler almak zorunda, fakat Almanya gibi ülkelerin de iç talebi dengelemek için önlem almaları gerekli. Krizin çözümü sadece euronun daha iyi yönetilmesine değil, aynı zamanda Avrupa bankacılık sektörünün yeninden yapılanması ve rekapitalizasyonuna bağlı.

Komisyon zayıflayacak, Merkez Bankası güçlenecekEuronun geleceğinde siyasetin ve siyasi entegrasyonun rolünü küçümsememek gerekli.Kriz sonrasındaAvrupa Komisyonu gücünü kaybedecek; Avrupa Merkez Bankası ise daha fazla güçlenecek. Değişmez kurumlar yerine, daha “zamanında” müdahaleler gerekecek. Euro krizi, bir yandan AB’nin sağlamlığını ve kurumlarını test ederken, diğer yanda yüksek tüketim, borçlanmaya ve serbest finans piyasalarına dayana bir dönemin sonunu işaret ediyor.”

Prof. Dr. Erzan: Küresel entegrasyon, Avrupa entegrasyonunun önüne geçti”. “Avrupa’da yeniden yapılanma süreci ne ihtiyacı var. Bugün İngiltere’nin borç durumu, euro bölgesinden daha kötü, dolayısıyla euro krizi öncelikle koordinasyon eksikliğinden kaynaklanıyor.Euro krizinin ortak paydası, büyük bütçe açıkları ve büyük borçlar olarak ortaya çıktı. Bugün gelinen noktada şunu görüyoruz: Optimal para alanı kavramı kapsamında, farklı AB ekonomilerinin arasındaki farklılıklar, siyasetçiler arasındaki farklardan daha büyük değil. Euro kabul edildikten sonra, ülkeler bu sisteme yönelik farklı tutumlar belirlediler. Bazı ülkeler euroyu çok ciddiye alırken, bazıları almadı. Örneğin Almanya bütçe açığına çok fazla eğilmedi. En büyük aktör kurala tam olarak uymadığı için, işler çökme boyutuna geldi.Bu noktada ideolojiyi görmezden gelemeyiz. 1999 yılında Berlin duvarı çöktü, Rusya ortadan kalktı, komünizm önemini kaybetti. Bu gelişmeler de birleşik Avrupa’ya yönelik iştahı belli ölçüde azalttı. Avrupa entegrasyonundan ziyade, küresel entegrasyon ön plana çıktı.

Sorunun kaynağı mali mekanizmaların eksikliğiAvrupa Birliği, politik bir projeydi ve daha iyi bir ekonomik politika koordinasyonu için euro gerekliydi. Euroya geçiş aslında ‘sonsuz bir balayı’ için değil, büyük problemler yaşamak içindi. Bu problemi çözmenin yolu ise daha büyük bir entegrasyon gerçekleştirmek olacaktı. Bugün krizi önlemek için mekanizmalara, yaptırımlara ihtiyaç var, fakat bu kuralları kim uygulayacağı belirsiz. AB komisyonu gücünü kaybediyor. Bunun yerine, ters bir yönde gidiyoruz: Birleşik bir Avrupa yerine, federal Avrupa’yı destekleyenler var. Bütün bu sorunlar mali mekanizmaların yokluğundan kaynaklanıyor. Daha fazla entegre olmuş bir Avrupa yönünde ısrar sürmezse, euro da olmaz. Euronun sonu, AB’nin de sonu olur.”

Prof. Dr. Fabian Antenbrick: “Kriz ortak para birimi veya AB entegrasyonu krizi değil”

“Finansal piyasaların istikrarsızlığı, kurtarma paketleri, siyasi iradenin gerekli reformları gerçekleştirmekteki isteksizliği, yetersiz vergi politikaları ve hepsinden önce gerçek bir mali disiplin eksikliği, euro bölgesinde meydana gelen krizin temel nedenleri arasında yer alıyor. Borçlar artıkça, kredi derecelendirme kuruluşları AB ülkelerinin kredi notlarını düşürdü. Bugün 27 AB ülkesinin 24′ünde bütçe sorunu var.Bu krizin başlıca nedenlerini; birçok AB ülkesinde yaşanan borç krizi; ekonomi yönetimindeki yapısal kriz ve güven krizi olarak tanımlayabiliriz. Fakat bu yaşanan kriz, AB ortak para biriminin veya Avrupa entegrasyonunun yaşadığı bir kriz değil. Bu süreçte Avrupa Komisyonu’nun zayıfladığı yönündeki yorumlara katılmıyorum.AB, uzun dönemli önlemler almış durumda. Finans piyasalarının regülasyonu, Avrupa İstikrar mekanizması, Avrupa ekonomi sistemi reformu bunların başında geliyor.

Türkiye son derece iyi işleyen bir pazar ekonomisi, fakat merkez bankasının bağımsızlık statüsü konusunda hala tartışılması gereken bazı noktalar var.

İlgili haber için tıklayınız.

 
Acitivity Date: