2 – 4 Mayıs 2011 tarihleri arasında Brüksel’de Avrupa Birliği kurumlarında üst düzey yetkilileri ziyareti kapsayan gezide Yeditepe Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Nurcan Baç da Avrupa Parlamentosunda bir konuşma yaptı.
Bu kapsamda 3 Mayıs 2011 tarihinde Avrupa Parlamentosu’nda “Türkiye-AB İlişkileri: Şimdi Ne Olacak? – Bugünün Algılamaları ve Gelecekteki Devinim” adlı bir toplantı düzenlendi. Toplantıda İKV’nin “Turkey: Past, Present, Future” adlı kitabı tanıtıldı ve Türkiye AB ilişkileri hakkında bir seminer gerçekleştirildi.
Avrupa Parlamentosu’nda düzenlenen toplantı İKV Başkanı ve Hukuk Fakültemiz DekanıProf. Dr. Haluk Kabaalioğlu ve uzun yıllardırbeş dönem İngiltere’den Avrupa Parlamentosu üyeliğine seçilen Geoffrey van Orden tarafından yönetildi. Toplantının amacı AB içinde giderek önemini ve etkisini artıran bir kurum olan Avrupa Parlamentosu’nda Türkiye’nin AB üyeliği perspektifini bir kez daha gündeme getirebilmekti. Bilindiği gibi, Türkiye’nin AB katılım süreci bir süredir çeşitli zorluklar ve sorunlar sebebiyle arzu edilen şekilde ilerlemiyor. Süreci tıkayan faktörler arasında Kıbrıs sorununa ilişkin olarak AB’nin Türkiye’den liman ve hava limanlarını GKRY bandıralı gemi ve taşıtlara açma talepleri, iki büyük AB üyesi Almanya ve Fransa’da liderler düzeyindeki isteksizlik, Fransa ve GKRY’nin müzakere sürecinde bazı başlıkların açılmaların ı engellemesi bulunuyor. 2005 yılında başlayan müzakerelerde bugüne dek 13 başlık açılmış durumda. Önümüzdeki dönemde toplam 35 başlıktan sadece üçünün müzakereye açılması mümkün. Kalan başlıklar ise AB Konseyi’nin 2006 yılındaki kararı ve Fransa ve GKRY’nin blokajları nedeniyle açılamıyor. Bir çıkmaza doğru yol alan süreci canlandırmak için iki tarafın da çaba harcaması ve kamu kurumlarının yanında sivil toplumun da sürece desteğini ortaya koyması büyük önem taşıyor.
Toplantı, Türkiye’nin AB sürecinin kritik bir noktada olduğı bir sırada yapıldı. Geniş bir katılımla gerçekleştirilen toplantıya Türkiye’den Yeditepe Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Nurcan Baç,İKV Başkanı ve Yeditepe Hukuk Dekanı Prof. Dr. Haluk Kabaalioğlu, İKV yönetim kurulu üyeleri Tamer Kıran ve İlhan Soylu, Adalet eski Bakanı Prof. Dr. Selçuk Öztek, Ulaştırma eski Bakanı Oğuz Tezmen, Yeditepe Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Feroz Ahmad, yazar Nedim Gürsel, İstanbul Sanayi Odası Genel Sekreteri Mete Meleksoy, MÜSİAD Genel Sekreteri Eyüp Vural Aydın, Marmara Üniversitesi Avrupa Birliği Enstitüsü öğretim üyesi Doç. Dr. Sait Akman,İKV genel Sekreteri Doç. Dr. Çiğdem Nas, İKV Brüksel temsilcisi Haluk Nuray, İKV Kıdemli uzmanları Zeynep Özler, Can Mindek, İKV uzmanı İlke Toygür ve İKV uzman yardımcısı Selen Akses katıldı.
Toplantının açış konuşmaları Hukuk Fakültesi Dekanı ve İKV başkanı Prof. Dr. Haluk Kabaalioğlu ile Avrupa Parlamentosu üyeleri Geoffrey Van Orden (Avrupa Muhafazakar ve Reformcu Grubu üyesi), Jan Zahradil (Avrupa Muhafazakar ve Reformcu Grubu Başkanı),Marietje Schaake (Avrupa Liberal ve Demokratlar İttifakı üyesi) ve Emine Bozkurt (Sosyalist ve Demokratlar İlerici İttifakı Grubu üyesi) tarafından yapıldı. Avrupa Parlamentosu Muhafazakâr ve Reformcular Grubu Genel Sekreteri Adela Kadlecova İKV yayını “Turkey: Past, Present and Future” adlı kitabı tanıtan bir sunum gerçekleştirdi. İKV Araştırmacıları tarafından İngilizce olarak hazırlanan kitap Türkiye ile ilgili olarak merak edilen, yanlış veya eksik bilinen bazı konulara ışık tutmayı amaçlıyor. Bu konular arasında Türkiye ile ilgili tarihi perspektifler ve imajlar, Türkiye’de din ve laiklik, hak ve özgürlükler, demokrasi ve sivil toplum, siyasal katılım, eğitim, iyi komşuluk ilişkileri, siyasi reformlar ve Türkiye’nin Avrupalılığı gibi konular bulunuyor.
Toplantının ikinci bölümünde Yeditepe Üniversitesi öğretim üyesi Türkiye tarihi uzmanı Prof. Dr. Feroz Ahmad, yazar Nedim Gürsel, Adalet eski Bakanı Prof. Dr. Selçuk Öztek ve Ulaştırma eski Bakanı Oğuz Tezmen birer konuşma yaptı. Toplantı daha sonra soru cevap bölümü ile devam etti.
Açış konuşmasında Geoffrey van Orden Türkiye’nin AB katılım müzakerelerindeki duruma dikkat çekti. Türkiye’nin Asya ve Avrupa arasındaki özel konumunu yorumlarken, van Orden Türkiye’nin AB üyeliğine yürekten inandığını ekledi.Kendisine söz vermeden önce Prof Dr. Haluk Kabaalioğlu’ nu uzun yıllardır tandığını belirtenVan Orden,Türkiye-AB İlişkileri konusunda yoğun çabalarına dikkat çekti vesadece Türkiye’de değilAvrupa’nın diğer ülkelerinde de altmıştan fazla üniversitede ders ve seminerler verdiğini hatırlattı veTürkiye’nin AB Nezdinde Daimi Temsilciliği Hukuk Müşaviri olarak görev yaptığı 1998-2002 yılları arasında Avrupa Parlamentosu’nda beraber çalıştıklarını belirtti.
Hukuk Fakültesi Dekanı ve İKV Başkanı Prof. Dr. Haluk Kabaalioğlu açış konuşmasında, İKV’nin 22 Nisan 2011 tarihinde 81 sivil toplum temsilcisi ile gerçekleştirdiği AB için sivil toplum platformu toplantısını gündeme getirdi ve bu toplantıda kabul edilen ortak bildirgenin sivil toplumun Türkiye’nin AB üyeliği hedefine verdiği güçlü desteği ifade ettiğini bildirdi. Prof. Dr. Kabaalioğlu Türkiye-AB ilişkilerinde yaşanan bazı sorunlardan söz etti. Bunların arasında başta gelen sorunlardan biri olarak AB’nin üçüncü ülkeler ile imzaladığı ticaret anlaşmalarında gümrük birliği içinde olduğu Türkiye’nin söz hakkı olmaması ve bu anlaşmaların Türkiye ile söz konusu üçüncü ülke arasında imzalanmasında gecikmeler olmasını vurguladı. Bu tür anlaşmaların Türkiye ile de AB ile paralel olarak müzakere edilmesi, aynı anda imzalanması ve yürürlüğe girmesi gerekliliğine dikkat çekti. Bunun yannıda Prof. Dr. Kabaalioğlu, Avrupa Adalet Divanı’nın aldığı Soysal kararı ve bunu takiben Almanya ve Hollanda gibi ülkelerde mahkemelerce alınan kararlara rağmen Türk vatandaşlarına uygulanan vize konusunda ilerleme olmaması konusu üzerinde durdu.
Kabaalioğlu, Gümrük birliği kapsamında mallar serbest dolaşımda iken bu malları üreten ya da satan iş adamlarının bu haktan yararlanmamasının kabul edilemez olduğunu ve Türkiye’nin Ortaklık Anlaşması ve Katma Protokol’den doğan haklarının ihlal edildiğini vurguladı. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına vize uygulanmasının AB’nin birincil hukuk kaynakları arasında olan Ortaklık Anlaşması’nın ihlal edilmesi anlamına geldiğini belirtti ve Katma Protokol’ün 41/1 Maddesi uyarınca hizmetlerin serbest dolaşımına yeni bir kısıtlama getirdiği için Schengen Tüzüğü’nün değiştirilmesi gereğine dikkat çekti. AB’nin Türk vantadaşlarının karşılaştığı bu tür sorunlara karşı duyarsız kalmasının tepki doğurduğunu ve AB’nin birçok ülkeye karşı vizeyi kaldırırken Türkiye ile iyileştirmeye dahi gitmemesinin AB’ye karşı kamuoyundaki eğilimi güçlendirdiğine dikkat çekti. Prof. Dr. K abaalioğlu son olarak İKV’nin genç araştırmacıları tarafından hazırlanan “Turkey: Past, Present and Future” adlı kitabın Türkiye ve AB ile ilişkileri konusunda farkındalık yaratılmasına katkıda bulunacağını umduğunu belirtti.
İKV Başkanı Prof. Dr. Haluk Kabaalioğlu’ndan sonra söz alan Jan Zahradil Türkiye’nindemokrasi, laiklik ve Müslümanlığı bağdaştıran ve bu özellikleri ile bölgesinde rol modeli olan bir ülke olduğunu ifade etti. Türkiye’nin Müslüman dünyası için bir deniz feneri olduğunu söyleyen Zahradil, Türkiye’nin hiç bitmeyen AB katılım sürecinin yerine getirilemeyen sözler ve beklentilerle dolu olduğunu vurguladı. Zahradil bazı ülkelerin Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıktığını ve bunu ideolojik ve kültürel savlara dayandırdığını ifade etti. Ancak gerçeğin bundan daha basit olduğunu ve AB üyesi olması halinde AB Konseyi’nde belirleyici oy hakkına sahip olacak ve AP’ye en fazl sayıda vekil gönderecek olan Türkiye’nin AB içindeki büyük ülkeleri endişelendirdiğini vurguladı. Zahradil özellikle Lizbon Antlaşması ile getirilen oylama sisteminin nüfusu fazla olan üye de vletlere avantaj sağladığını dile getirdi.
Zahradil’i takiben söz alan Hollandalı AP üyesi Marietje Schaake Türkiye’de yaşanan bazı sorunlara dikkat çekti ve Türkiye’de hala “kazanan her şeyi alır” zihniyetinin var olduğunu söyledi. Türkiye’nin AB sürecini canlandırmanın yolunun insalar arası temas ve iletişimi artırmaktan geçtiğini ifade etti. Brüksel’in aynı konuda uzlaşmadığımız kesimler de dahil olmak üzere sivil topluma erişmesinin önemine dikkat çekti. Schaake liberal bir AP üyesi olarak Türkiye’nin AB üyeliğini desteklediğini ifade etti. Ancak Türkiye’de son günlerde ifade özgürlüğü, basın ve internet özgürlüğü alanlarında yaşanan sorunların da kendisini endişelendirdiğini ifade etti. Schaake yapılan seçimlerin sonuçları olduğunu söylerken türkiye’nin son dönemde bazı Ortadoğu ülkelerine vize açılımının da AB ile yakınlaşmasını etkileyecek olumsuz sonuçları olabileceğini belirtti. Schaake, gel ecek yılın Hollanda ile Türkiye arasında diplomatik ilişkilerin başlamasının 400üncü yılı olacağını ve bunun vize konusunda bir ilerleme sağlamak için uygun bir zaman olacağını vurgulayarak sözlerini bitirdi.
Türk kökenli Hollandalı AP üyesi Emine Bozkurt ilse sözlerine bu bilgilendirici toplantıyı düzenlediği için İKV’ye teşekkür ederek başladı. Emine Bozkurt 2004 yılında Türkiye ile müzakerelerin açılması yönünde alınan kararı ve bunun yarattığı iyimser ortamı hatırlattı. Nisan ayında Türkiye’de olduğunu ve yaşanan olumsuzluklara rağmen hala sivil toplumun sürece desteğinin devam ettiini belirtti. Türkiye’de çoğunluğun AB projesinin bir parçası olmanın önemine inandığını söyledi. Bozkurt Türkiye’de AB’nin gücü ve etkinliğine yönelik bir güvenin var oldupnu belirtirken “AB de hala kendi gücüne inanıyor mu” sorusunu sordu. Özellikle seçim süreci yaşayan bazı AB ülkelerinde tolerans ve özgürlüklerin yara aldığını ve zayıfladığını ve hal böyle iken Türkiye’den özgürlüklerini genişletmesini istemenin iki yüzlülük olabileceğini belirtti. Bozkurt, Türkiye’nin AB üyeli ğine karşı çıkan bazı ülkelerin aynı zamanda Türkiye’ye en fazla yatırım yapan ülkeler arasında yer almasını da paradoksal bir durum olarak ortaya koydu. Türkiye’nin AB üyesi olması halinde yaşanacak bir göç akınından korkulduğunu ifade eden Bozkurt, kendisinin de yıllar önce Hollanda’ya göç eden Türklerin çocuğu olduğunu vurguladı.
Geoffrey Van Orden Türkiye’nin stratejik önemi, genç ve dinamik nüfusu ve büyüklüğüne dikkat çekti. Türkiye’nin laik cumhuriyet ve Müslüman kimliği arasında bir ikilem yaşadığını ifade etti. Van Orden bugün yaşadığımız durumu hazırlayan bazı önemli olaylara dikkat çekti. 11 Eylül 2001 saldırılarının İslam’a bakışı etkilediğini ve radikal İslam’dan duyulan endişeyi artırdığını ifade etti. Bunun yanında AKP gibi güçlü İslami kökenlere sahip bir partinin 2002’de iktidara gelmesi, 2003’deki Irak Savaşı’nın ABD ile Türkiye arasında bir ayrılığın ortaya çıkmasına yol açması, Türkiye’nin bölgesel politikalarının ve bölgedeki ülkeler ile artan bağlarının Batı’da şüpheyle karşıalnmasından söz eden Van Orden, tüm bu gelişmeler ve sorunların Türkiye AB ilişkilerinde yaşanan duraklamaya yol açtığını ifade etti.
İzleyiciler tarafından yöneltilen sorulara cevaben tekrar söz alan konuşmacılar şunları vurguladılar. Marietje Schaake Türkiye ile özellikle dış politika gibi alanlarda çok daha sıkı ve derin bir işbirliğinin gereğine dikkat çekti. Türkiye’nin İsrail ile bozulan ilişkileri, İran konusunda BM Güvenlik Konseyi’ndeki oylamadaki tutumu gibi gelişmelere olan tepkisini dile getirdi ve Türkiye’nin bu alanda AB ile daha uyumlu politikalar benimsemesini arzu ettiğini belirtti.
Yine sorulara cevaben söz alan İKV Başkanı Prof. Dr. Haluk Kabaalioğlu, Türkiye’nin 1996 yılında AB ile gümrük birliğini uygulamaya başladığını ve tüm ekonomik dış ilişkilerini AB ile uyumlu hale getirdiğini ve üye olmadan çok önce gümrük birliği ile ilgili ticaret politikası, rekabet gibi alanlarda AB müktesebatını alarak uygulamaya başladığını belirtti.Acquis communautaireolarak ifade edilen Topluluk Müktesebatının % 50 sinden fazlasının GB aşamasında zaten kabul edilerek uygulamaya sokulduğunu ifade etti.
AB’nin 50 yıldır Türkiye’ye üye olacağı sözünü verdiğini ve tam üyeliğe hiçbir alternatifin kabul edilemeyeceğini belirtti. Prof. Dr. Kabaalioğlu bunca yıl sonra 72 milyonluk Türk halkına “üzgünüz, kültürel farklılıklar yüzünden sizi kabul edemiyoruz” demenin hiçbir şekilde kabul edilemeyeceğini ve bunun büyük bir tepkiye yol açacağını ifade etti. İster özel ilişki, ister super veya jumbo ortaklık adı verilsin, tam üyelikle sonuçlanmayan müzakereler sonunda 74 milyon Türk vatandaşı Avrupa tarafından kandırıldığı hissi ile AB ye dostluk hisleri ile davranmayacaktır.
Prof. Dr. Kabaalioğlu Türkiye’nin büyük gelişme gösterdiğini ve eski Türkiye olmadığını belirtti. Gümrük birliği kapsamında AB’nin imzaladığı ticaret anlaşmalarının Türkiye açısından doğurduğu sakıncalar ile ilgili olarak, Türkiye’nin AB konsey toplatılarına bakan düzeyinde gözlemci olarak davet edilmesi gibi formüllerin uygulamaya koyulmasını teklif etti. Türkiye’nin BM Güvenlik Konseyi’ndeki İran ile ilgili oylamadaki eleştirilen tutumu ile ilgili olarak Kabaalioğlu Türkiye’nin Brezilya ile birlikte, ABD ve AB’nin de destği ile herhangi bir krizi önlemeye yönelik bir formül arayışı içine girdiğini, ancak bu şekilde bir ara çözüm bulunduğunda ABD ve AB’nin bu iki ülkeyi desteklemediklerini belirtti. Kıbrıs sorununa ilişkin olarak ise Türkiye’nin Güney Kıbrıs’ın AB üyeliği öncesinde önemli tavizler vererek Annan Planı’nın desteklediğini, ancak Güneyde planın yüzde 80’e yakın bir oyla reddedilmesine rağmen AB’nin bölünmüş olarak adayı üye olarak aldığını ifade etti. Kıbrıs’ın kısıtlı egemenliğe sahip bir ülke olduğunu, toprakları üzerinde BM Barış gücünün görev yaptığını vurgulayan Kabaalioğlu, Glafkos Klerides’in anılarında “biz Anayasayı ortadan kaldırdık” diyerek durumu itiraf ettiğini hatırlattı. Güney Kıbrıs’ın adada çözümü engellediğini, daha sonra AB üyeliğini Türkiye’nin müzakere sürecini bloke etmek için kullandığını ve KKTC’nin izolasyonlarının kaldırılmasına yönelik doğrudan ticaret tüzüğünü de engellmeye devam ettiğini ifade etti. Son olarak Kabaalioğlu adada çözümün adada iki ayrı Devlet gerçeğinin kabulü veTürkiye’nin de AB üyeliğini içeren bir formül ile sağlanabileceğini anlattı.
Sorulara cevaben Zahradil, Türkiye ile müzakerelere başlandığı tarihin AB tarihinde belki de en az uygun olan bir döneme denk geldiğini ifade etti. 2005 yılında AB’nin en büyük genişlemesini gerçekleştirmiş olduğunu ve bunun AB’nin derinleşmesi ve genişlemesi arasındaki gerilimi daha da artırdığını belirtti. Lizbon Antlaşması’nın AB içindeki güç dengesini etkilediği ve özellikle nüfusu çok olan üye devletlerin etkisini artırdığına değindi. Bu durumun ise küçük ülkeleri için değil ama özellikle Türkiye gibi büyük ülkeler için genişleme kararını daha da zorlaştırdığına dikkat çekti. Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkanların Türkiye’nin Konsey ve Parlamento gibi kurumlarda etkili bir üye olacağından korktuklarını ifade etti. “Mahalledeki yeni çocuk” benzetmesi yapan Zahradil, Türkiye’nin üyeliğinin yeni bir meydan okuma olarak algılandığını ifade etti.
Emine Bozkurt Türkiye’nin “mahalledeki yeni çocuk” olmadığını, zaten NATO ve Avrupa Konseyi üyesi olduğunu ve 1996’dan beri AB ile gümrük birliğini sürdürdüğünü hatırlattı. Türkiye’nin AB’nin ticaret müzakerelerine katılmasının gerektiğine dikkat çekti. Marietje Schaake’ye atfen, Türkiye’nin aldığı kararların sonuçlarına katlanması gerektiği gibi aynı şekilde AB’inn de Türkiye ile ilgili olarak yaptıklarının sonuçlarına katlanması gerektiğini ifade etti. Vize konusu ile ilgili olarak, Türkiye’nin vize diyaloğuna başlamak istediğini, AB’nin ise birçok ülke ile vizeyi kaldırırken ya da vize rejimini kolaylaştırırken, AB üyeliğine aday olan Türkiye ile vize diyaloğunu başlatmamasının garip olduğunu belirtti. Bu konuda ilerleme sağlanacağını umduğunu söyleyen Bozkurt, Türkiye’nin AB Güvenlik ve Savunma Politikası kapsamında önemli katkılar sağladığın üstelik bun u bazı AB üyeleri çekimser davranırken henüz üye olmayan bir ülke olarak yaptığını da sözlerine ekledi.
Avrupa Parlamentosu Muhafazakâr ve Reformcular Grubu Genel Sekreteri Adela Kadlecova İKV yayını “Turkey: Past, Present and Future” adlı kitabı tanıtan bir sunum gerçekleştirdi. Kadlecova sözlerine kitabın kapağında yer alan fotoğraftan söz ederek başladı. Fotoğraf sanatçısı Caner Kasapoğlu’na ait olan fotoğrafta Haydarpaşa garı klaisk bir Türk çay bardağının ardından görülüyor. Bu fotoğrafta olduğu gibi Türkiye’nin AB’deki imajının da çarpık olduğuna değinen Kadlecova, Avrupa’da medyada Türkiye ve AB üyeliği konusundaki söylem ve tartışmaların da büyük ölçüde önyargılar ve yanlış anlamalar çerçevesinde şekillendiğini söyledi. Türkiye’ye ilişkin algının geçmişten gelen mitler, söylenceler ve inanışlar çerçevesinde oluştuğuna değindi ve kendisinin de çocukken, çocukları canlı canlı yiyen korkunç Türk imgesinin yer aldığı masalları dinlediğini hatırlattı.Bu imajın hala AB politikacıları tarafından Türkiye’ye karşı bir korku ve karşıtlık oluşturmak için kullanıldığını belirtti. Türkiye ile ilgili algıyı yansıtan çeşitli karikatür vs gibi örnekler sunan Kadlecova, bugün Avrupa’da Türkiye’nin imajının neredeyse Atatürk hiç yaşamamış gibi olduğunu ifade etti. Kadlecova, 16 yüzyılda bir Çek antropologunun Türklerin mert, güvenilir sağlam dost olarak görüldüğünü yazdığını belirtti.
İKV yayını olan “Turkey: Past, Present, Future” adlı kitabın genel kamuoyu yanında özellikle AB ve üye devletler düzeyinde Türkiye ile ilişkileri yürüten bürokratlar için de temel bir rehber niteliğinde olduğunu belirtti.
Toplantının ikinci bölümünde ilk konuşmayı Türkiye yakın tarihi uzmanı Yeditepe Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Feroz Ahmad yaptı. Ahmad, tarih ve imajların Avrupa’da önemli bir sorun teşkil ettiğini özellikle okullarda öğretilen tarihin yazımının üzerinde dikkatle durulması gereken bir konu olduğunu söyledi. Ahmad, Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethi ile iki Roma’nın birleştiğini ve kendi portresini yaptıran Fatih’in din anlayışının Osmanlı’da devam ettiğini ifade etti. Osmanlı İmparatorluğu’nun görünüşte bir şeriat yönetimi olmasına rağmen aslında devletin devamlılığının en önemli konu olduğunu ve şeriatın her zaman uygulanmadığını vurguladı. Osmanlı İmparatorluğu’nın Almanya’nın etkisi ile Birinci Dünya Savaşı’nda cihad ilan ettiğini ancak bundan önce cihad çağrısı yapmadığını hatırlattı. Osmanlı’da toleransın aslında modern anlamda bir hoşgörü o lmadığını emperyal yönetimlerin başvurduğu ve çok etnili bir toplumu yönetme modeli olduğunu ekledi. Osmanlı’nın 19. Yüzyılda dünya ekonomisine entegre olduğunu ve bunun 1996 yılında gerçekleşen gümrük birliği ile karşılaştırılabileceğine değindi. Osmanlı’nın yerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin dinin kötüye kullanılmasını engellemek ve din özgürlüğünü tam anlamıyla sağlamak için laikliği benimsediğini ifade eden Ahmad, bunun din dışı olmak anlamına gelmediğini vurguladı.1958 yılında ABD Ulusal Güvenlik Konseyi’nin batı dünyaı ve ABD için esas tehditin komünizmden değil milliyetçilikten geldiğini belirlediğini ve Vahabi İslamın gelişmesi için çaba sarfettiğini anlattı. Bu hareketlerin gerçek İslamdan uzaklaşılmasına yol açtığını sözlerine ekledi.
Prof. Dr. Feroz Ahmad’dan sonra söz alan ulaştırma eski Bakanlarından Oğuz Tezmen, Türkiye’nin 1959’dan başlayan AB ile ilişkilerine değindi. Kendisinin gümrük birliği kararı alındığında Parlamento’da olduğunu ifade eden Tezmen, o tarihte birçok kesimin gümrük birliğine karşı çıktığını ancak kendilerine “birkaç yıl sonra AB üyesi olacağız” denildiğini hatırlattı. Gümrük birliğinin Türkiye’nin ekonomik kalkınmasına katkıda bulunduğunu ve özellikle yabancı yatırım çekmekte etkili olduğunu ifade etti. 2023’te Türkiye’nin dünyanın onuncu büyük ekonomisi olmasının beklendiğini vurgulayan Tezmen, Türkiye’de AB üyeliğine duyulan inancın ve desteğin kaybolmaya başladığına ve artık Türkiye’nin üye olarak alınıp alınmayacağının kesin bir dille ortaya konulmasının gerektiğine dikkat çekti. Tezmen “Gerçeklerden değil korkunun kendisinden korkmalıyız” diyerek, Türkiye’ni n AB üyeliğinin iki tarafın da yararına olacağını belirtti.
Yeditepe Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Nurcan Baç da söz alarak Türkiye’nın katılım sürecinin bu kadar uzun sürmesinin şaşırtıcı olduğunu ve üyeliğin doğuracağı etkilerin önyargılardan uzak ve rasyonel bir şekilde analiz edilmesi gerektiğinivurguladı. Ondört yıl Amerika Birleşik Devletleri’nde NASAUzay araştırmaları merkezinde ileri düzeyde bilimsel çalışmalar yaptığını vurgulayan Prof.Dr. Nurcan Baç Avrupa’da yabancılara karşı gittikçe artan düşmalığın ve aşırı sağ hareketlerin yapıcı bir ortam yaratmadığını sözlerine ekledi.
Yazar Nedim Gürsel Fransız kamuoyuna seslenmek için Fransızca olarak kaleme aldığı kitapta özellikle kimlik konusuna değindiğini belirtti. Kitabında yer alan bir anekdottan söz eden Gürsel, Türkiye’nin Helsinki’de aday olarak ilan edilmesinden bir gün sonra Otranto’da yapılacak bir yazarlar toplantısına davet edildiğini belirtti. Otranto’ya gittiğinde belediye başkanının şehirdeki bir kiliseye gezi düzenlediğini ve burada konferans katılımcılarına 5 yüzyıl önce Otranto’ya çıkan Türklerin yaptıkları katliamın gösterildiğini ifade etti. O dönemde Fatih Sultan Mehmet’in dini yasağa rağmen kendi portresini yaptırdığına dikkat çeken Gürsel, kimliklerin çatışmalar ve etkileşimler sonucunda şekillendiğini ifade etti. Türkiye’nin yakın tarihinde üç askeri darbe yaşadığına değindi ve kendisinin de Maksim Gorki hakkında yazdığı bir makale yüzünden askeri mahkemede yargılandığını anlattı. Türkiye’nin AB süreci sayesinde bu alanda önemli ilerlemeler yaşandığını ifade eden Gürsel, özellikle demokrasi ve ifade özgürlüğü alanında hala reformlara ihtiyaç duyulduğunu vurguladı.Son olarak yayınladığı kitabı yüzünden de hakkında dava açıldığın ve Türkiye AB’ye girdiğinde artık bu tür davaların ortadan kalkacağını belirtti. Daha önce 12 Eylül darbesine atfen “yazılmamış kitaplar mezarlığı” adlı bir öykü yazdığını ve son olarak yayınlanmamış bir kitabın toplatılması olayının kendisine bu öyküyü hatırlattığını belirten Gürsel, “bu durumda gerçek kurguyu taklit etti” dedi.
Adalet eski BakanıProf. Dr. Selçuk Öztek 1982 anayasasının bir darbe sonucunda ortaya çıktığını ve anayasayı tadil etmektense yeni bir anayasanın yapılması gerektiğini ifade etti. Türkiye’nin AB sürecine bazı Üye Devletler tarafından kilit vurulduğunu ifade eden Öztek, bu durumun Türkiye’nin demokrasi ve inan hakları alanında ilerleme sağlamasını da engellediğini ve bunun hiçbir meşru gerekçesinin olmayacağını ekledi. Prof. Dr. Öztek, AB’ye, insan haklarına saygılı ve AB müktesebatına uyumlu olan demokratik bir Türkiye’nin AB’de yerinin olduğu yönünde bir açıklama yapması çağrısında bulundu. Türkiye’nin müzakere sürecini tıkayan mevcut yaklaşımın çözümsüzlüğü getirdiğini hatırlatan Öztek, Türkiye’nin başarılı dış politikası ve diplomatik girişimlerinin AB’yi de memnun etmesi gerektiğini belirtti.
Daha sonra söz alan katılımcılardan TEPAV araştırmacısı ve Marmara Üniversitesi AB Enstitüsü öğretim üyesi Yard. Doç. Dr. Sait Akman, Türkiye’nin müzakere sürecinde üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmesi gerektiğini ve müzakerelerin kesilmesi ihtimalinin her iki taraf için de ciddi sonuçları olacağını vurguladı.
İzleyiciler arasında yer alan Avrupa Parlamentosu Sekreterliği’nden Thomas Grünert’in Türkiye’nin İslamlaşması konusun gündeme getirmesine karşılık konuşmacılardan Prof. Dr. Feroz Ahmad, İslam’ın tek tip olmadığını, AKP’nin kendisine model olarak Avrupa’daki Hıristiyan Demokrat partileri aldığını ifade etti. Nedim Gürsel ise Türkiye’nin İslami bir devlet olmadığın ancak Türk toplumunun daha tutucu ve muhafazakar hale geldiğini, bunun da İslami değerlerin yaygınlaşması ile ilgisinin olduğunu söyledi. Toplantı Türkiye’nin AB sürecinin canlandırılmasına yönelik dilek ve öneriler ile sona erdi.
Toplantıdan sonraProf.Dr. Haluk Kabaalioğlu, 1987 yılında tam üyelik başvurusu yapılmasından sonra AT Enstitüsü kurucu müdürlüğüne getirildiğini ve dokuz yıl süreyle yönettiği enstitüdeuzman yetiştirdiğini ancakaradan yaklaşıl 24 yıl geçince mezunların emekliliklerinin yaklaştığını ancak AB üyeliğinin hala gerçekleştirilemediğini belirtti. Toplantıya katılan ISO Genel Sekreteri Mete Meleksoy, IKV Genel Sekreteri Doç.Dr. Çiğdem Nas, TEPAV Araştırmacısı Doç. Sait Akman, Kabaalioğlu’nun eski öğrencilerinden olduklarını belirttiler
Toplantı ile ilgili fotoğraf ve ses kayıtlarına ulaşmak için tıklayınız.